“Değerli basın mensupları,
Ekranları başında bizi izleyen, radyolarından dinleyen ve sosyal medya hesaplarından takip eden tüm yurttaşlarımıza en içten saygılarımı sunuyorum.
***
Türkiye, son yıllarda derinleşen bir yönetim kriziyle karşı karşıya.
Cumhuriyetin 100 yıllık kurumsal hafızasını yok eden;
Kurumları, kurulları ve kurallarıyla işleyen devlet mekanizmasını felç eden,
Liyakati değil itaati önceleyen AKP anlayışı halkın sorunlarını çözmek yerine derinleştiriyor.
Ekonomiden hukuka, eğitimden sağlığa, güvenlikten doğal kaynakların yönetimine kadar her alanda büyük bir çürümüşlük ve yozlaşma yaşanıyor.
Bu çürümüşlüğün en somut yansıması, ekonomik ve sosyal hakların hızla geriletilmesidir. Çalışanların, emeklilerin ve sabit gelirli milyonların yaşam güvenceleri yok sayılmakta; halk, yoksulluğa ve çaresizliğe mahkûm edilmektedir.
Gün geçmiyor ki, “bu kadar da olmaz” dedirten bir iktidar pratiğiyle karşılaşmayalım.
AKP iktidarı, memurların 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmelerini bakanlık kararıyla hukuksuz biçimde öne alarak sendikal hakları fiilen gasp ediyor. Aynı zamanda, Gayrimenkul Sertifikası modeliyle barınma hakkını bir borsa ürününe çevirerek vatandaşları hayal tacirliğiyle oyalıyor.
Toplu sözleşme sürecinde kamu emekçisinin sesini kısmaya çalışan bu anlayış, bir yandan da “küçük küçük” birikimlerle ev sahibi olunabileceği yalanını pazarlıyor.
Bu örnekler, Tek Adam Rejiminin hem emeğe hem de barınma hakkına karşı ne denli pervasızlaştığının en somut göstergesidir.
***
Değerli Basın mensupları,
3Y yani; yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele edeceğiz diyerek yola çıkan Tek Adam Yönetimi, bugün 3K yani; keyfilik, kuralsızlık ve kayırmacılık rejimine dönüşmüştür.
Bugün başlatılacağı ilan edilen Memurların 8. Dönem Toplu Sözleşme görüşmeleri bunun en güncel örneğidir.
Çalışma hayatını düzenlemesi gereken bakanlık sorumlu olduğu yasaya uymuyorsa bu öncelikle keyfiliktir! Zira kanunda bu görüşmelerin hangi tarihlerde yapılacağı açıkça yazılıdır.
Ama öğreniyoruz ki, Bakanın yurt dışı seyahati bahane edilerek süreç tek taraflı biçimde öne çekilmiştir.
Kanun hükmü bir kenara atılmış, 4 milyon memur ve 2 milyon memur emeklisinin hakkını ilgilendiren diyalog masası, Bakanın siyasi takvimine kurban edilmiştir.
Hukukun üstünlüğünün yerine şahsım devletinin keyfi takvimine göre başlatılan bir toplu sözleşme sürecinden kamu emekçisinin lehine bir sonuç çıkacağını beklemek mümkün değildir.
Toplu sözleşme görüşmelerinden önce sendikaların, üyeleriyle bir araya gelerek görüş ve talepleri belirlemesi demokratik ve katılımcı sendikal faaliyetin en temel unsurlarındandır.
Bu toplantıların takvimi aylar öncesinden planlanmıştır. Ancak görüşme tarihinin keyfi biçimde öne çekilmesi, sendikaların bu meşru faaliyetlerini sekteye uğratmakta; hem Anayasa’nın güvence altına aldığı toplu pazarlık hakkını hem de sendikal örgütlenme özgürlüğünü ihlal etmektedir.
Bu uygulama, açıkça anayasa dışı bir fiili durum yaratmakta, emekçilerin sesi daha toplanmadan bastırılmak istenmektedir.
Buradan açıkça söylüyoruz: Aileleriyle birlikte en az 18 milyonu yakından ilgilendiren bu süreç, Bakan beyin kişisel takvimine uyduruluyorsa, kamu emekçisinin hakkını kime karşı, nasıl savunacağı sorusu ortadadır.
***
Değerli Basın mensupları,
4688 sayılı Kanunun 31. maddesi çok açıktır:
“Toplu sözleşme görüşmelerine, ağustos ayının ilk işgünü başlanır” denilmektedir.
Yoruma kapalı, amir bir hükümdür.
Bu hüküm, Bakan’dan sendikalara, işverenden kamuya kadar herkesi bağlar.
Bu hükme aykırı biçimde toplantı tarihi belirlemek doğrudan yasayı çiğnemektir. Bakanlık kendi eliyle deyim yerindeyse korsan bir süreç başlatmıştır.
İşte bu keyfilik, Tek Adam Rejimi’nin en belirgin yüzü olan kuralsızlık anlayışıyla birebir örtüşmektedir.
Çünkü Tek Adam Rejimi kuralları değil, adı üstünde tek bir kişinin iradesini esas alıyor. Bu keyfilik, şahsım devletinin minik temsilcileri eliyle her kurumda yeniden üretiliyor.
Elbette bu tablonun bir de diğer ayağı var: yandaş sendikalar.
Kamu emekçisinin hakkını savunması gereken bu yapılar, emekçinin karşısında iktidarın yanında saf tutmaktan asla geri durmuyorlar.
Toplu sözleşme süreci işlevsizleştirilirken, emekçiyi mağdur eden her düzenlemeye imza atan sarı sendikacılık, Tek adam rejiminin kayırmacılık zincirinin aslan parçası oluvermektedir.
Sosyal medya üzerinden muhalefete kağıttan kaplan kesilenlerin, göz göre göre imza atılan hukuksuzluklara seyirci ve sessiz kalmasını da elbette tarih toplumun vicdanında mahkum edecektir.
***
Değerli Basın mensupları,
Bugün memur da, emekli de, sabit gelirli de derin bir yoksulluk içinde yaşam mücadelesi veriyor.
Tek Adam Rejimi, emeği maliyet unsuru olarak gören, alın terini değersizleştiren, enflasyonu yönetemediği için faturayı çalışanlara çıkaran bir anlayışla ülkeyi yönetiyor.
Memur maaşıyla pazardan file doldurmak, kira ödemek, çocuk okutmak imkânsız hale gelmiş durumdadır. Bu düzen, yandaşı kayıran ancak halkı yoksulluğa mahkûm eden bir sömürü düzenine dönüşmüştür.
İşte bu yüzden buradan bir kez vurguluyoruz; Emek mücadelesi artık ekonomik bir talep olmanın çok ötesine geçerek, demokrasi ve adalet mücadelesine dönüşmüştür.
Ne yazık ki çılgın zamanlarda yaşama bize düştü.
İşte bu çılgın düzenin bir başka yansıması da barınma hakkının piyasa oyunlarına teslim edilmesidir.
Memurlar, emekliler, asgari ücretliler yaşamlarını sürdürebilmek adına iktidardan kira yardımı talep etmekteyken, ev almanın hayal olduğu Türkiye’de Tek Adam rejimi Sülün Osman’ın dolandırıcılık yöntemlerine rahmet okutacak bir sistemi ilan etmiştir.
Halkın en temel ihtiyaçlarından biri olan güvenli ve erişilebilir konut, bugün AKP iktidarının rant odaklı projeleriyle bir yatırım aracına, bir borsa ürünü haline getirilmiştir.
AKP iktidarının yeni bir “zihni sinir” projesi olarak gündeme getirdiği Gayrimenkul Sertifikası modeli öncelikle kentsel dönüşümü değil rantsal bölüşümü hedefleyen bir anlayışın somut örneğidir.
AKP iktidarı Gayrimenkul Sertifikası Modeliyle milyonları yokluğa ve yoksulluğa mahkûm eden gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir.
AKP iktidarı halka yine hayal satmaya çalışmaktadır.
Detaylarını Çevre, Şehircilik Ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un açıkladığı Gayrimenkul Sertifikası Yatırım Modelinde her bir sertifikanın değeri 7 lira 59 kuruş olarak belirlenmiştir.
Buna göre 62 metrekarelik 1+1 daireler için toplam 631 bin 516 adet, 88 metrekarelik 2+1 daireler için 863 bin 276 adet sertifika gereklidir.
Bakanlık sitesinden edinilen bilgilere göre İstanbul’daki 1+1 daire için yaklaşık 4,7 milyon TL, 2+1 daire için ise 6,5 milyon TL değerinde sertifika biriktirilmesi gereklidir.
Türkiye’de bugün açlık sınırı 26 bin TL, yoksulluk sınırı ise 85 bin TL’dir. En düşük emekli maaşı 16.881, asgari ücret 22.104 ve en düşük memur maaşı 50.503 TL’dir.
Oysa 1+1 daireler için 4 yıl boyunca her ay 13.157 sertifika karşılığı en az 99 bin 861 TL ödeme yapılacaktır.
2+1 daireler içinse her ay 17.985 sertifika karşılığında en az 136 bin 506 TL ödeme yapılması gereklidir.
Bu durumda 1+1 daireler için gayrimenkulün sertifika adedine ulaşmak için ödenmesi gereken aylık asgari tutar en düşük emekli aylığının 6, asgari ücretin 4,5, en düşük memur maaşının ise 2 katıdır.
2+1 88 metrekare dairelerin asgari aylık ödemesi ise emekli aylığının 8, asgari ücretin 6, en düşük memur maaşının ise 3 katıdır.
Aylık gelirinin tamamını harcamadan biriktiren emekli ayda; 2.224, asgari ücretli; 2.912, memur ise 6.654 sertifika alabilmektedir.
Tek Adam Rejiminin özellikle sabit gelirlilerin ‘küçük küçük’ birikimlerle ev sahibi olabileceğini iddia edecek kadar yurttaşlarla bağı kopmuştur. Anlaşılan o dur ki, bu projeyi geliştirilenler ya matematikten bihaber ya da halkla alay etmeyi bir yönetim anlayışı haline getirmiştir!
Bir emekli hiç harcama yapmadan tüm geliriyle sertifika alsa ancak 24 yıl sonra 1+1 konu sahibi olabilecektir.
Asgari ücretliler 18 yılda 1+1 ev alabilecekken, memurların 8 yıl sertifika biriktirmesi gerekecektir.
Beslenme, barınma, ısınma, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi zorunlu ihtiyaçlar için yapılan aylık ödemeleri de düşündüğümüzde bir emekli 2+1 daireyi 129 yılda, asgari ücretli yüz yıl sonra, aile yardımı alan devlet memuru da 43 yıl sonunda alabilecektir.
Özetlemek gerekirse AKP ölümsüzlüğün sırrını bulmadıysa eğer Türkiye’de sabit ücretlilerin ev sahibi olması imkânsız hale gelmiştir.
AKP iktidarı, bu sistemde dar gelirlinin, asgari ücretlinin, emeklinin ev sahibi olamayacağını bilmiyor mu? Elbette biliyor.
Bu sebeple sistemi cazip hale getirmek için, yurttaşlara deyim yerindeyse “olta” atılıyor.
Bakın, Bakan Kurum’un açıklamasından aynen aktarıyorum:
“Gayrimenkul Sertifikası; Gayrimenkul projelerine küçük paylarla ortak olmanızı sağlayan Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) denetimindeki bir yatırım aracıdır. Sertifikalar, Borsa İstanbul’da işlem görür, hisse senedi gibi alınıp satılabilir.
Yani ev sahibi olamayan yurttaşlara, borsa üzerinden evin payını “al‑sat” yaparak “para kazanma” imkânı sunulacağı görülmektedir.
Öte taraftan Bakan Kurum, “Diğer yatırım araçları yerine neden Gayrimenkul Sertifikası seçilmeli” sorusuna da şu yanıtı vermektedir:
“Bu sistem yüksek peşinatlar ve banka kredileri olmadan, küçük birikimlerle ev sahibi olma veya Borsa İstanbul’da işlem gören bir menkul kıymet yatırımı yapma fırsatı verir. Aynı zamanda konut satın almadan konut değeri kadar kazanç elde etme imkanı sunar.”
Yani Türkçesi bu model ev almak isteyen ama alamayan dar gelirli vatandaşı “yatırımcı”, TOKİ ve Emlak Konutu da borsa simsarı haline getirmektedir.
Tek Adam rejimi ve onun küçük temsilcileri, yatırımcıya dönüştürdükleri dar gelirli vatandaşa kâğıt üzerinde “esneklik” ve “borsada işlem gören bir varlık” güveni veriyormuş gibi yapsa da, gerçekte barınma hakkını menkulleştiren bir finansal enstrüman yaratılmaktadır.
Bir noktaya da dikkati çekmek isterim:
Gayrimenkul sertifikaları, Borsa İstanbul’da işlem gören menkul kıymet kategorisinde olduğu için devletin bu ürünü talebin yüksek olması halinde yeni bir “vergi kaynağı” olarak görmesi olasıdır.
Özellikle ekonomik kriz ortamında gelir artırıcı önlemler arayışında olan iktidarın, bu sertifikalar üzerinden yeni bir vergi düzenlemesi getirme ihtimali yüksektir.
İktidarın her yeni finansal ürünü potansiyel vergi kaynağı olarak gördüğü geçmiş uygulamalardan biliniyor.
Gayrimenkul sertifikası, geniş bir tabana yayılacaksa, bu alanda “vergi potansiyeli” yüksek bir ürün olarak değerlendirilir.
İşte tam da bu nedenle bu model, barınma hakkını güvence altına almak yerine, vatandaşı vergi ve finansal riskin kıskacına sokan bir düzenek haline gelmektedir.
Bu tablo, 1950’lerin meşhur dolandırıcısı Sülün Osman’ın kamu mallarını saf vatandaşlara satma oyunlarını bile geride bırakacak finansal kurnazlık barındırmakta mıdır, ilerleyen günlerce yaşayıp hep birlikte tecrübe edeceğiz.
Ancak şurası kesin ki, konut sorununu çözmeyip, yoksul yurttaşı borsa oyuncusu yapmaya yeltenen bu üst aklı Sülün Osman görmüş olsaydı “Ben bile bu kadarını düşünemezdim” derdi!
Ne yazık ki; yurtdışından aradığı kaynağı bulamayan Tek Adam yönetimi, ev hayali üzerinden borsa simsarlığı yaparak, vatandaşın cebinde kalan son kör kuruşa bile tenezzül edecek hale geldiği görülmektedir.
Sonuç olarak bu ülkenin emekçisi, emeklisi, dar gelirli vatandaşı yıllardır insanca yaşamanın ve bir ev sahibi olmanın mücadelesini veriyor.
Tek Adam Rejiminin “gayrimenkul sertifikası” adıyla sunduğu yeni model ise bu mücadeleyi daha da çıkmaza sürüklüyor.
Türkiye’deki barınma krizini santim santim ev hayali satarak çözmek mümkün değildir. Sertifika biriktirerek ev sahibi olmak, sosyal devletin iflasının ilanıdır.
Bu tablo, açıkça iktidarın orta ve alt gelir gruplarını barınma hakkından kopardığını göstermektedir. TOKİ’nin ve kamu kurumlarının görevi, konutu bir finansal ürüne dönüştürmekten ziyade herkes için erişilebilir sosyal konut politikalarıyla barınma hakkını güvence altına almaktır.
Biz, barınma hakkını piyasanın insafına terk edilmiş bir lüks olarak görmüyor; insanca yaşamanın ön koşulu ve temel bir insan hakkı kabul ediyoruz. Biz bu topraklarda her yurttaşın onurlu, güvenli ve insanca yaşayabileceği bir yuvaya sahip olmasını, sosyal adaletin ve demokratik bir Türkiye’nin temel yapı taşı olarak görüyoruz.
Bu sebeple Tek Adam Rejimi’nin rant odaklı politikalarının karşısına, kamucu, sosyal devletin omurgasını yeniden inşa eden bir anlayışı koyuyoruz.
Halkın sırtına yeni bir finansal kumar yüklemek yerine, herkes için erişilebilir, nitelikli ve güvenli konut üretimini kamusal bir sorumluluk olarak sahipleniyor ve savunuyoruz.
Kimsenin endişesi olmasın. Zor günlerin sonuna geldik.
Adil, şeffaf ve sosyal devlet ilkelerine dayalı emek ve yaşam politikası için mücadeleyi büyüteceğiz.
Omuz omuza duracak, umutla ve kararlılıkla yarının Türkiye’sini; emeğin, dayanışmanın ve sosyal adaletin Türkiye’sini hep birlikte kuracağız.”