“19 Mart İstanbul Büyükşehir Belediyesine düzenlenen operasyon sonrası gösterilerde saldırıya
uğrayan yüzlerce gencimiz, gözaltı ve tutukluluk sürecinde hak ihlalleri yaşamıştır. Cezaevlerinde
tutuklu bulunan Beylikdüzü Belediye Başkanımız Mehmet Murat Çalık, Antalya Büyükşehir
Belediye Başkanımız Muhittin Böcek ve Sarıyer önceki dönem belediye başkanımız Şükrü Genç
yaşamsal sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu durum Cezaevlerinde Sağlık haklarının ihlali ve
cezaevlerinin yaşamı ve sağlığı tehdit eden koşullarını daha da görünür kılmıştır.
İstisna olması gereken tutukluluk halinin bir cezalandırma olarak uygulanması, toplumsal vicdanı
yaralamakta, geri dönülemez hayati tehlikeler ortaya çıkartmaktadır.
Bu bağlamda 16 Mayıs 2025’te Kadıköy Kültür Merkezi’nde İstanbul Barosu, İstanbul Tabip Odası,
İstanbul Eczacılar Odası, Türk Tabipleri Birliği, Türk Dişhekimleri Birliği, İnsan Hakları Derneği,
Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Türk Psikologlar Derneği’nin katkılarıyla; “Cezaevleri ve Sağlık”
Sempozyumu düzenledik. Bu sempozyumda cezaevlerinde en temel insan hakkı olan sağlık
hizmetine erişimde yaşanan sistematik ihlaller, anayasal, uluslararası, tıbbi ve toplumsal
boyutlarıyla ortaya konuldu.
Gözaltı, tutukluluk ve mahkumiyet esnasında özgürlüğün kısıtlanmış olması, kişilerin temel
haklarını ortadan kaldırmaz. Aksine, bu hakları korumak devletin asli görevidir.
Gözaltında ve cezaevlerinde yaşanan sağlık hakkı ihlalleri, yalnızca bireylerin yaşamını ve sağlığını
değil; aynı zamanda toplumun vicdanını da derinden yaralamaktadır. Sağlık hizmetine erişimin
engellenmesi ya da geciktirilmesi, insan onurunun ve yaşam hakkının doğrudan ihlalidir ve hiçbir
gerekçeyle meşrulaştırılamaz.
Anayasa ve Uluslararası Sözleşmeler, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, mahpusların “nitelikli, eşit
ve zamanında” sağlık hizmeti almasını garanti altına alır. Fiiliyatta ise; inceleme, sevk ve tedavi
süreçleri aylar sürebilmekte, zorunlu muayeneler kelepçeli ve gizlilikten yoksun gerçekleşmektedir.
Cezaevlerinde yaşanan sağlık hakkı ihlalleri bireysel vakalara indirgenemeyecek kadar yapısal,
sistematik ve yaygın hale gelmiştir.
Covid-19 döneminde 7242 sayılı yasa ile yapılan infaz düzenlemesinde siyasi suçluların kapsam
dışı bırakılması, eşitlik ilkesine ve sağlık hakkının evrenselliğine aykırılık teşkil etmiştir.
Cezaevlerindeki kapasite fazlası mevcut bulunması sağlık hakkı karşısında en büyük tehditlerden
biridir. Cezaevi kapasitesi 300.000 iken 7 Nisan 2025 tarihinde mevcudun 403.060’e ulaştığı
açıklanmıştır. Koğuşlarda tutuklu ve hükümlülerin yerlere de yatak sererek vardiya usulü
uyudukları görülmektedir. Oysa 2002 yılında cezaevlerinde 59.429 kişi bulunuyordu. Bugün bu sayı
yedi katına çıkmış durumdadır. Bu artış, artan suç oranı değil; hukuk dışı bir infaz anlayışıyla
yürütülen sistematik baskı politikasının göstergesidir.
Cezaevlerinde mevcut fazlası yanında yeterli gıdaya, temiz havaya, temiz suya, sıcak suya
ulaşımdaki kısıtlama ve yetersizlikler ile sağlık hakkı ihlal edilmektedir.
Cezaevleri yalnızca bir fiziksel mekan değil, aynı zamanda bir yaşam ortamıdır. Fiziksel mekân ve
tecrit, cezaevlerindeki en temel sorunu oluşturmaktadır. Kuyu tipi olarak nitelenen F tipi, S ve Y
tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevlerinde 8-10 metrekarelik hücrelerde uygulanan, günde yirmi saati
aşkın süre sınırlı alanda tutulmak; ağır tecrit koşulları, mahpusları yalnızca özgürlükten değil,
sosyal temas ve iletişim haklarından da mahrum bırakıyor.
Son yıllarda bu cezaevlerinin sayısının 20’nin üzerine çıkmış olması, ve cezaevlerinde yeni
blokların inşa edilmesi, tecrit politikasının ne kadar yaygınlaştığı ve temel bir cezaevi politikasına
dönüştüğünün doğrudan göstergesidir. Ceza evlerinin mimarisi, mahkum başına düşen yaşam alanı
ve sosyal alana dair verilere ulaşmak mümkün değildir.
Bu fiziki koşulların doğrudan yansıdığı bir diğer alan sağlık hizmetlerine erişim süreçleridir.
Cezaevinde Kurum Hekimliği sona erip, Aile Hekimliği uygulamasına geçildiği dönemden beri
sağlık hizmetlerine ulaşmada sorunlar daha da artmıştır. Pek çok cezaevinde hekimlerin cezaevinde
hizmet verdiği süre haftada 2-3 gün ve belirli saatlerle sınırlı kalmaktadır. Revirler, çoğu zaman
yalnızca pansuman ve tansiyon ölçümü gibi mecburi uygulamalarla sınırlı kalmakta; uzman hekim
muayenesi, ileri tetkik ve tedaviye sevk süreçleri haftalar, aylar süren beklemelere dönüşmekte, bu
süreçte telafisi imkansız kayıplar yaşanmaktadır.
Ring araçlarında kelepçeli olarak, dar hücre tipi havasız metal bölmelerde saatlerce taşınmak
zorunda bırakılan mahpuslar, sağlık hizmeti talep etmekten bile vazgeçebilecek kadar umutsuzluğa
itiliyor. Muayenelerin kelepçeli olarak gerçekleştirilmesi, yanında güvenlik görevlisinin bulunması,
mahremiyetin ihlal edilmesi, gözaltı muayenelerinin kolluk kurumlarında yapılmaya zorlanması,
cezaevlerinde sağlık hakkının ihlalleri olarak ön plandadır.
Sağlık hizmeti sunumundaki personel ve donanım yetersizliği, uzun bir dönemde karşımıza çıkıyor.
Pratisyen ve Uzman hekim, psikolog, diş hekimi, eczacı ve sosyal hizmet uzmanı sayısı, mahpus
nüfusuna oranla son derece düşüktür. Birçok cezaevinde tek bir diş hekiminin, cezaevindeki tüm
mahpusların ağız-diş sağlığından sorumlu olduğu görülmektedir. Ağız diş tedavisinde sevkler bazen
ayları bulmaktadır.
İlaca erişimde, Cezaevi yönetimi ile sağlık sistemi arasındaki koordinasyon eksikliği önemli bir
sorundur. Reçeteli ilaçların takibi CETAS gibi elektronik sistemlere dayanmasına rağmen lojistik ve
kayıt hatalarıyla sık sık aksamakta, ilaca ulaşım büyük bir sorun teşkil etmektedir.
Dışarıya göre cezaevlerinde 2-3 kat fazla görülen Majör depresyon, kanser, diyabet, kalp
hastalıkları, hipertansiyon, psikiyatrik bozukluklar gibi kronik durumlar, cezaevi koşullarında ihmal
sonucu ağırlaşırken, aşı programları—tetanos, influenza, pnömokok—çoğunlukla uygulanmıyor.
Cezaevlerinde çok sayıda sağlık ve temel hakların ihlal edildiğine dair tespitler yapılmıştır. Sağlık
hakkı ihlalleri, çoğu zaman ölüme varan sonuçlara yol açmaktadır. Kamuoyuna yansıyan sınırlı
rakamlara rağmen, bakanlık verilerine göre, 2024 yılının ilk 11 ayında cezaevlerinde 709 mahpus
hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Bu rakam dışarı ile kıyaslandığında oldukça yüksektir.
Cezaevlerinde uygulandığı iddia edilen Rehabilitasyon merkezleri oldukça sınırlı kalmaktadır.
Kadın mahpuslar, 0–6 yaş çocukları, engelliler ve ağır psikiyatrik bozukluğu olan bireyler için ne
altyapı ne de ayrı standartlar oluşturulmuştur.
Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürlüğü 2016 yılından beri teşkilat yapısı, personel sayısı, yürütülen
hizmetlere dair verileri paylaşmamaktadır. Bu da uygulamaların sivil toplum tarafından izlenmesi,
denetim ve hesap sorulabilirliği ortadan kaldırıyor.
Adli Tıp Kurumu cezaevleriyle ilgili olmayan ama cezaevlerindeki sağlık hakkının ihlalinde büyük
öneme sahip, toplumsal hayatın adalet mekanizmasında kilit rol oynayan bir
unsurdur. Kurumun siyasallaştığı, bilimsel raporları siyasi iklime göre çelişkili biçimde
yorumladığı; kimi zaman “mahpus cezaevinde kalamaz” raporları verip sonra iklim değişince aynı raporları “kalabilir” diye değiştirdiği örneklerle ortaya konmaktadır. Bu durum, hak arama
sürecinde mahpusların aleyhine işleyen bir belirsizlik ve keyfilik alanı yaratmaktadır.
Psikososyal boyuta bakıldığında, ruh sağlığı sorunları ve rehabilitasyon eksikliği ön plana
çıkmaktadır. Depresyon, anksiyete, psikotik bozukluk ve madde bağımlılığı oranları cezaevlerinde,
dışarıya göre 6–8 kat daha yüksektir. Rehabilitasyon merkezleri ve öfke kontrolü programları pilot
ölçekli kalmasına rağmen yaygınlaştırılamıyor; bu da denetimli serbestlik ve infaz erteleme
mekanizmalarının işleyişini olumsuz etkiliyor.
Sonuç olarak derhal hayata geçirilmesini talep ettiğimiz acil önlemler:
Üçlü Protokol’ün kanunlaştırılması ve yaptırım mekanizması kurulması,
Cezaevlerinde ağır tecrit koşullarının ortadan kaldırılması, insan onuru ve sağlıklı yaşam koşulları
oluşturulması,
Adli Tıp Kurumu’nun özerkleştirilmesi, kararlarının bilimsel objektifliğe bağlanması,
Sevk ve muayene süreleri için azami bekleme süresinin (48 saat–7 gün) yasal güvenceye
kavuşturulması
Cezaevi sağlık hizmetlerinin bağımsız sivil izleme kurullarınca düzenli denetlenmesi
Altyapı ve uzman sağlık personeli sayısının artırılması; psikiyatrik ve rehabilitasyon hizmetlerinin
zorunlu hale getirilmesi,
Revir altyapısının 24/7 hizmete uygun hale getirilmesi,
Sevk, muayene, tedavi süreçlerinin gizlilik ve mahremiyet ilkelerine uygun düzenlenmesi,
Kelepçesiz muayene, güvenlik ve sağlık arasındaki dengeyi sağlayacak protokollerin geliştirilmesi,
İlaca erişimin doğru, düzenli ve zamanında sağlanması,
Aşı ve kronik hastalık takip programlarının kesintisiz uygulanması,
Kadın, çocuk ve engelli mahpuslara yönelik özel sağlık standartlarının kanunla belirlenmesi,
Veri şeffaflığı ve hesap verebilirlik için Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün bilgi
paylaşımının sağlanması
Çağrı
TBMM, Adalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlıkları başta olmak üzere tüm ilgili kurumları, Anayasal ve
evrensel yükümlülüklerin gereği olarak, cezaevlerinde sağlık hakkının ihlallerine son verilmeye ve
önerilen reformlar hızla hayata geçirmeye davet ediyoruz.
Tutukluluğun bir cezalandırma olarak uygulamasından vaz geçilmeli ve Beylikdüzü Belediye
Başkanımız Mehmet Murat Çalık, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanımız Mühittin Böcek,
Sarıyer önce dönem belediye başkanımız Şükrü Genç ve hukuksuz bir şekilde tutuklanan
arkadaşlarımız, siyasi tutuklular başka tedbirler uygulanmak üzere serbest bırakılmalıdır. Hasta olan
tüm tutuklu ve mahkumlar eşit, nitelikli ve zamanında sağlık hizmetine ulaşmalıdır.”