Türkiye’nin kadın hakları konusundaki öncü geçmişine dikkat çeken Kara,
“Kadınlara seçme ve seçilme hakkı konusunda Türkiye’nin istisnai rolü ne kadar
vurgulansa azdır. ‘Demokrasinin beşiği’ sayılan pek Batı ülkesinde, ancak İkinci
Dünya Savaşı sonrasında, kadın mücadelesinin büyük bedeller ödeyerek elde
edebildiği bu hak, Cumhuriyet Halk Partisi ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından,
çağdaş uygarlık mücadelesinin bir aşaması ve gereği olarak tanınmıştı. Kadın-erkek
eşitliğini gündelik yaşamında, toplumsal düzeninde ve en önemlisi dünya görüşünde
temel değer olarak benimsemeyen bir düzeni, çağdaş bir düzen olarak kabul
edemeyiz. Bu nedenle, kadın haklarına yönelik açık veya örtük saldırılar, bu
kazanımlardan taviz vermek de çağdaş cumhuriyetten taviz vermek demektir.
Seçme-seçilme hakkının elde edilmesinden 91 yıl sonra dahi Türk kadını hak ettiği
yüksek mertebeye ulaşabilmiş değil; ekonomik, kültürel, sosyal, siyasi alanda
aşmamız gereken çokça engel var. Kadınlar, her şeyden önce, çalışma yaşamında
büyük bir eşitsizliğe maruz kalmaktadır: Kadınların iş gücüne katılım oranı yüzde
35’tir, bu oran hala OECD ülkeleri arasındaki en düşük oranlardan birisidir.
DİSK’in konuya dair raporuna göre, çalışabilen kadınların da ortalama hanehalkı
geliri, erkeklerin gelirine kıyasla yüzde 27 oranında daha düşüktür. Çalışma
çağındaki 33 milyon kadının sadece 6 milyonu kayıtlı olarak çalışırken, benzer bir
nüfusu bulunan çalışma çağındaki erkeklerin 15 milyonu kayıtlıdır. Net asgari ücret
alan erkek çalışanların oranı yüzde 48 iken kadınlarda bu oran yüzde 58’dir.
YILDIRIM KARA: KADINLAR ÇALIŞMA YAŞAMINDA ‘GEÇİCİ İŞÇİ’
OLARAK GÖRÜLÜYOR
Kadınların iş yaşamında baskıya ve sömürüye ne kadar açık olduğunun güncel ve acı
verici bir örneği, Kocaeli’nde yaşanan fabrika yangınında görülmüştür. Hayatını
kaybeden 7 emekçinin 6’sı kadın ve kız çocuklarıydı; güvencesiz koşullarda, sigorta
girişleri bile yapılmamış biçimde çalıştırılıyorlardı. Kadınlar, çalışma yaşamında
güvenilmez, işi bırakıp gitmeye her an hazır, bu nedenle mümkünse fazla hak
tanınmaması gereken bir ‘geçici işçi’ gibi görülüyor. Güvenliklerinin sağlanmasına,
haklarının ödenmesine bile gerek görülmüyor, böyle bir kaygı duyulmuyor.
Kadınların can güvenliği yok; AKP ise böyle bir sorunu tanımadığı için ya yargı
cezai yaptırımlar konusunda caydırıcı kararlar almıyor ya da kolluk güçleri kadınları
korumakta gerektiği kadar hızlı davranmıyor. Kadın Cinayetlerin Durduracağız
Platformunun kayıtlarına göre, yılın ilk 6 ayında öldürülen kadın sayısı 136; eylül ve
ekim aylarında öldürülen kadın sayısı ise 39’dur. Daha geçtiğimiz günlerde, geçen
sene İstanbul, Beyoğlu’nda kamuya açık bir alanda, bir kadına sokak ortasında taciz
girişiminde bulunmuş iki zanlının duruşması görüldü; zanlılar serbest bırakıldı.
Aleni biçimde işlenen bir suçu cezalandırmayanlar, kadına yönelik şiddeti durdurma
konusunda samimi olduklarını iddia edemezler; etseler bile ikna edici olamazlar.
AKP’nin toplumsal sorunlara getirdiği çözüm önerileri, genellikle birtakım muğlak
kavramları bugüne taşımak, bugünün meselelerini dünün bakış açısıyla çözmeye
çalışmaktan ibaret kalıyor. Milli Eğitim Bakanlığı bu çelişkili yaklaşımın örneklerini
sergilemekte adeta öncü bir rol üstleniyor. Kız öğrencilerin götürüldüğü bir
etkinlikte, artık bayat bir slogana dönüşmüş olan ‘Kadının esas yeri evdir’ konulu
nutuklar çekiliyor, kadınların can güvenliğini korumanın yolu olarak kadınların
evden mümkün olduğunca çıkmamasına işaret ediliyor.
YILDIRIM KARA: CUMHURİYET KADIN HAKLARIYLA
TAÇLANABİLİR
Kadın hakları, cumhuriyetçiliğin yurttaş eşitliği fikrinden ayrı düşünülemez. Kadını
ve erkeği önce ayıran, sonra aralarında bir tahakküm ilişkisi kuran bir yönetim
anlayışı Türkiye Cumhuriyetine yakışmıyor. Kadın mücadelesinin giderek
yükselmesi de bu yönetim anlayışına karşı oluşan muhalefetin ne kadar güçlendiğini,
kök saldığını gösteriyor. Saydığımız bütün sorunlar ancak cumhuriyetin kurucu
felsefesine dönüşle, Türk kadınını toplumsal hayatta başı dik biçimde görmek
isteyen Atatürk’ün mirasına sahip çıkmakla çözülebilir.
Kamuoyunda ara sıra cumhuriyetin demokrasiyle, yeni bir anayasayla taçlandırılması
gerektiği gibi görüşler çıkıyor. Biz de diyoruz ki cumhuriyet, her şeyden önce, kadın
haklarıyla, kadınların toplumsal hayatta daha görünür olmasıyla taçlanabilir.
Kadınların öldürülmediği, eşit işe eşit ücret aldıkları, ‘Sokağa çıkarsam ne olur?’
endişesi yaşamadığı bir cumhuriyeti kurma mücadelemiz bundan sonra da devam
edecek.”

