Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Bülent Eryılmaz

Değerli dostlar,

Yeni yılın ilk yazısına sağlık ve huzur dolu, barış ve umutların tükenmediği bir dünya dileyerek başlamak istiyorum. Sanırım ortak dileğimiz maskelerden kurtulmuş, korkusuzca sarılabildiğimiz, yine birlikte zaman geçirebildiğimiz kaygıdan uzak günlerin bir an önce gelmesi… 

Bugünün diğer önemli bir kutlaması ise değerli gazeteci dostlarımıza… “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü” tüm gazeteci dostlarımıza kutlu olsun. Büyük liderimizin de her zaman vurguladığı gibi; “Basın ulusun ortak sesidir. Bir güç, bir okul ve bir yol göstericidir”. Önemli olan doğru kaynaklardan, tam zamanında ve etik kurallara uygun olarak haberi okuyucuya ulaştırabilmektir. Tabii ki hiçbir baskı ve zorlama altında kalmaksızın!

Bu yazımda daha önce de belirttiğim gibi 2005 yılında başlayıp halen devam ettirdiğim “proje-tabanlı” çalışmalarımın ürünlerinden bahsedeceğim. “Öğretmen Adaylarını Köy Enstitüleri Felsefesiyle Buluşturma” projelerinin hepsi de öğrencilerimin kendi istekleriyle karar verdikleri, konuyu belirleyip araştırma yaptıktan sonra çözüm önerilerinde bulundukları çalışmalar. Yüzlerce çalışmadan doksan tanesi Köy Enstitülerine yönelik. Bu oran belki çok değil ama içimizde umut çiçekleri açılmasına yetip de artıyor. ‘Proje-tabanlı’ öğretimin sonucu ortaya çıkan bu çalışmaları yaparak yaşayarak öğrenen genç meslektaşlarıma teşekkürü bir borç biliyorum. İnanıyorum ki geleceğin karar vericileri olarak kazanımları Türk Eğitim tarihine katlanan katkılarla dönecek. Yeniden Köy Enstitülerini kurmak bazılarımıza hayal gibi gelse de, o felsefeyi özümsemiş olan öğretmenler yaşayıp çalıştıkları yerleri aydınlatmayı başararak kendi gerçeklerini yaratacaklar. Böyle öğretmenlerin günümüzde var olduğunu biliyor, sınıflarında mutlulukla gülümseyen şanslı çocukların resim ve videolarını gördükçe sevinç ve umutla doluyorum. Ne olursa olsun iş bu felsefeye inanmış ve değişimi sınıfına taşımayı başarmış öğretmende bitiyor.  

Proje yönetiminde kullandığım “İmece Halkaları” Köy Enstitülerine ithafen adlandırılmış bir ekip çalışması yöntemi. Farkındalık, araştırma, demokratik yaklaşım, zamanı yönetme ve etkin teknoloji kullanımı yanımda analitik yöntemlerle sorun çözmeye odaklı oluşu en önemli artıları. Projenin süresi ekibin sinerjisine, projenin konusuna ve amacına bağlı olarak beş saatle-iki yıl arasında değişiyor. Bir kurum veya okulda ortalama iki saatlik bir İmece eğitiminin ardından üç saat içinde sorun saptaması yapıp planlamayı gerçekleştirebiliyoruz. Yöntemi yönlendirmeli olarak sürdürmek başarı oranını nerede ise yüzde yüzlük bir düzeye getiriyor.  Bu her yaş grubuna uyarlanabiliyor. Uzaktan eğitimide de kullanılabilmesi çok büyük bir avantaj. Atılan adımlar proje süresine bağlı. Örneğin sadece planlamayı yapıp veri toplama araçlarını hazırlayıp uygulamayı sonraya bırakabilirsiniz. Bu yöntem yalnızca ilk ve orta dereceli okulların değil üniversitelerin hatta, yerel yönetim, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası ve ailelerin de kullanılabilecekleri bir yöntem. Projelerin hazırlanmasında göz önünde sürekli tutulması gereken önemli noktalar; bilimsel araştırma ve çözümleme yönteminin sürekli ve etkin kullanımı, her adımda kalite araçları ve teknolojiden destek alımı, süreç ve sonuçların toplumla paylaşımı için sosyal medya ve İnternetin etik kurallara uygun olarak etkin kullanımıdır. 

İlk paylaşacağım proje Boğaziçi Üniversitesi, Yaşam Boyu Eğitim Merkezi’nde gerçekleştirilen ‘Pedagojik Formasyon Programı’na katılıp “Öğretmenlik Mesleğine Giriş” dersimi alan öğretmenlere ait. Projemden sınıfta ilk olarak bahsettiğimde üç kişilik bir küme; “Eğitim Tarihimizdeki Öncüler ve Onların Verimli Ürünleri; Köy Enstitüleri” konusunu ilginç bularak ona odaklandı. İşte çalışmalarının sonucu:

Biz üç arkadaş “S.O.S. halkası”  adıyla ve “Daha fazla kurama gerek yok, uygulama istiyoruz!” sloganıyla çalışmaya başladık. Köy Enstitüleri konusunda çalışmak için önce bu konuya öncülük eden kişileri tanımak gerektiğine inanıyorduk. “Öncü” ne demek, öncü kime denir, özellikleri nelerdir?” araştırmasıyla işe koyulduk. 

Bize göre Öncü;

•Sorumluluk ve risk alabilen, cesur ve ilk adımı atmaktan korkmayan kişiydi.

•Özgüveni yüksek, azimli, inisiyatif alabilen, yaratıcı, girişimci ve yenilikçi biriydi.

•Araştırmacı, eleştirel düşünebilen, işteki gelişmeleri yönetebilen ve kişileri ikna edebilen yeniliklere açık biriydi.

•Farklı kültürlere açık, önyargılardan uzak, çalışkan, çalışmaktan gocunmayan, sorun çözücü biriydi.

•Ekip ruhuna inanan, bireysel kazanımlardan ziyade toplumsal kazanımlara inanan kişiydi. 

Bu özelliklerden ve Köy Enstitüleri Tarihi konusunda okuduklarımızdan yola çıkarak Köy Enstitülerini kuran öncüleri; M.K.Atatürk, Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç olarak belirledik. Bu değerli insanlar “Köy Enstitüleri Projesi”ni neden başlatmışlardı? Araştırmalarımız sonucunda, projeyle amaçlananın şunlar olduğunu öğrendik:

•Yerel entelektüel kişiler belirlenip yetiştirilecekti.

•Güçlü bir öğrenme-öğretme zinciri kurulacak ve yaygınlaştırılacaktı.

•İlkokul eğitimi yaygınlaşacak ve yapılan hesaplara göre 1955 yılı sonunda Türkiye’deki herkes okuryazar olacaktı.

•Okuma ve iş bulma konusunda fırsat eşitliği gerçekleşecekti. Böylece işsizlik önlenecekti.

•Köylüler böylece eğitim haklarını kullanarak ülke yönetiminde söz sahibi olacaktı.

•Köyler gelişecek ve köy hayatı canlanacaktı.

•Köylerde yaygın olan batıl inanışlar sona erecek, aydınlanma gerçekleşecekti.

•Köyden kente akının önüne geçilecekti.

•Atatürk’ün reformları en uzaktaki köylere kadar ulaşabilecekti.

Köy Enstitülerinin felsefesi köy okullarını “Enstitü” olarak kurup kuramı uygulamaya katabilmekti. Tonguç’un hayali ise; “İş başında eğitimle tüm kuramsal bilgileri uygulamaya dökebilen ve böylece mesleki eğitimde gerekli tüm bilgi ve beceriyle donatılmış köylü çocuklar yetiştirmekti”. Köye gerekli olan insan gücü böylece yetiştirilmiş olacaktı. Sorumluluk almayı bilen, iyi yetişmiş bireylerle gerçek bir köy aydınlanması yaşanacaktı. 

Ayrıca savaş sonrası yıkımın fakir bıraktığı devletin omuzlarındaki yük de köylünün katkısıyla yani imece usulüyle paylaşılmış olacaktı. “Yaparak yaşayarak” yani “iş içinde” eğitimle öğrenci katılımı ve öğrenci üretimi en üst düzeyde olacaktı. Gerçek yaşamda olduğu gibi öğrenci-öğretmen-halk birlikte çalışıp birlikte üretecekti. Aktif katılım meyve veren bir yöntemdi. Müfredatta uygulama kuramsal ve kültürel derslerin olmazsa olmazı idi. 

Yaptığımız araştırmalar 1946 yılında kapanma sinyalleri veren okulların kapanmasındaki ana nedenlerin;

•Feodal güçlerin uyanan köylüden duydukları korku ve çekinceler,

•Toplum üyeleri arasında Enstitülerin Nazım Hikmet gibi yazarları okudukları için “Komünist Yuvası”, karma eğitim yapıldığı için de “Ahlaksızlık yuvası” olduğu dedikodularının yaygınlaşması ve

•Yönetimde olan Parti yöneticilerinin oy kaybı endişesidir.

Kapanmasından sonra yurtdışından gelen yansımalar insanın içini burkar nitelikteydi: 

John Dewey; “Türkiye’nin Köy Enstitüleri benim hayalimdeki okullardı”, derken Fay Kirby çok beğendiği bu kurumlar hakkında doktora tezi hazırlamıştı.

UNESCO ise ülke ekonomisine, bireysel ve sosyal kalkınmaya çok katkı sağlayan bu okulları çok verimli bulmuş ve gelişmekte olan ülkelere eğitim modeli olarak önermişti. Bu bilgilenme sonrasında eğitim öncülerinin bir ülkenin gelişimi için son derece olduğuna inanmış ve şu soruyu proje konumuz olarak belirlemiştik:

“Neden artık önderler/liderler yetiştiremiyoruz?”

Bu konuda alan yazını taraması yaptıktan sonra sorun alanımızın ana ve kök nedenlerini belirledik. Artık önder veya lider yetiştiremememizin nedenleri bize göre;

1.Eğitim sistemindeki yetersiz öğretmen eğitimi, müfredat sorunları, bürokratik engeller ve öğrencilerin pasif yapısından kaynaklanıyordu. 

2.Anne ve babaların (ebeveynlerin) eğitim anlayışı ve duyarsızlığı ve de eğitim düzeylerinin düşüklüğü sonucu olarak etkili oluyordu.

3.Sosyal doku ve çevre sosyal kaynaklı nedenlerdi.

4.Okulun yetersiz donanımı ve ailelerle iletişimdeki sıkıntılar okul kaynaklı nedenlerdi.

5.Medya, savaşlar ve dış ülkelerin etkileri küresel etkinin nedenleriydi.

6.Öğrencilerin bireysel özellikleri, örneğin; IQ ve EQ’su, motivasyonu, genetik yapısı, sosyo-ekonomik koşulları ve karakteri de bireysel nedenlerdi.

Anket ve gözlemlerle topladığımız veriler sonucunda eğitim sistemimizin ana sorunlarını ortaya koymuş olduk:

1.Okul yönetimi ve öğretmenlerin nitelik ve isteklendirme sorunu,

2.Davranışçı yaklaşımla yetiştirilen pasif öğrenci yapısı,

3.Etkisiz eğitim programı,

4.Bürokratik engeller ve

5.Ailelerle işbirliği ve iletişimin olmaması.

Bu çalışmalardan sonra çözüm için bazı öneriler geliştirdik:

1.Öğretmenler her zaman güçlü öğrenim deneyimleri ve etkin ve yetkin öğretme stratejileri uygulayarak öğrencilerine iyi rol modeller olmak zorunda.

2.Yine öğretmenler öğrencilerin gelişimleri ve geleceğin öncüleri olmaları için onları iyi tanımalı ve uygun öğrenme ortamlarını sağlayıp çeşitlendirmeliler.

3İdare, aile ve öğretmen işbirliği çok önemli.

4.Davranışçı yaklaşım yerine yapılandırıcı yaklaşım devreye sokulmalı böylece ezberleyen değil yaparak, yaşayarak öğrenme geçerli yöntem olmalıdır. Fonksiyonel eğitim,   müfredatın temel yöntemi olmalıdır.

5.İmece anlayışı eğitim paydaşlarının her kesimi ve her düzeyi için yerleştirilmelidir.

6.Etken ve edilgen öğrenciler kaynaştırılmalı öğrenme zevkli ve kalıcı hale getirilmelidir.

Sonuç olarak bu projede çalışan bizler; ekip ruhuyla çalışma becerimizi geliştirip Türk Eğitim Tarihinin güzel bir sayfasını öğrendik. Günümüz eğitim sorunlarını irdeleyerek sistematik bir şekilde bu sorunlara çözüm üretmeyi deneyimledik. 

Eğitim sistemimiz açısından ise eğitime yapılacak en büyük iyileştirmenin;

•Etkin ve mesleğini bilen, seven ve benimseyen öğretmen ve idarecilerle gerçekleşebileceğine, bu nedenle böyle öğretmenleri yetiştiren Eğitim fakültelerine ve program içeriklerine gerek olduğuna,

•Pozitif, araştırmacı, cesur ve işbirliğine yatkın liderler yetiştirilmesine ve işe alınmasına,

•Çok yönlü ve çok disiplinli ders programları geliştirilmesine ve

•Etkin öğrenci katılımını sağlayabilmenin esas olduğuna karar verdik. Karar vericilere de bunu öneriyoruz.  

Projemi açıkladığımda etkilenip ilk projeyi oluşturan ‘S.O.S.’ kümesine çok teşekkür ediyorum. Bir projeyi iyi anlamak için öncelikle onu başlatan ve kurgulayan kişileri araştırarak işe başlamalı. İlk ekibimiz de onu yaptı. Köyü ve Köylüyü kalkındıracak bir eğitim projesine gereksinim olduğunu bilen ve eğitimler için terhis olan onbaşı ve çavuşlardan başlanması fikrini öneren büyük lider Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Yücel’i ve Tonguç’u araştırarak başlayan ekip elemanları projemizin de temel taşını koymuş oldular.  Bu çalışmayı farklı üniversitelerden mezun olup da “Pedagojik Formasyon” almak için BÜYEM’de biraraya gelen öğrenci-öğretmenlerin yapması çok anlamlıydı. Yeni sistemlerin oluşmasında önderliğin önemini vurgulayan ekip ,sınıf arkadaşlarında da benzer farkındalıkların oluşmasını sağladı. 

Eğitim sistemimizde gözlemlediğim en büyük eksiklik kuramla uygulamanın buluşamaması. Bunun nedeni de bana göre önce sistem, sonra da öğretmenin de içinde yetişmiş olduğu ezberci eğitim. Ayrıca maddi ve manevi zorluklarla boğuşan öğretmenin bu düşük motivasyonla imece ruhunu meslektaşlarına, veliye ve öğrenciye taşıma konusunda yaşadığı sıkıntıları da unutmamak gerek. Öğretmene verilmesi gereken destek çok önemli gerçekten. MEB Öğretmenlik Meslek Kanunu taslağını basından izliyoruz. Eğitimde kaliteden söz etmek için sistemin kalitesi ile öğretmen yetiştirme programının kalitesi anahtar kavramlar olarak ele alınmalı.

Sonsuz sevgi ve saygılarımla…

Hayal Köksal

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER