CHP Bursa Milletvekili, CHP PM ve TBMM Tarım Komisyonu Üyesi Orhan Sarıbal’dan “Hayvan Koruma Yasası” hakkında açıklama:
Ölümün değil, yaşamın safında olacağım.
Kamuoyunda bir süredir yükselen bir tonda gündemde yer alan “başıboş sokak hayvanları” ile ilgili düzenleme henüz meclis gündemine gelmedi. Bu nedenle detayları hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değil, ancak gidişata bakılırsa, toplumsal bir saflaşma ve sınıf çatışması yaratmanın yeni bir fırsatı olarak kullanılmak istendiği görülüyor.
Diğer bir deyişle, toplumsal sıkışmışlık duygusunun kendisine kullanışlı bir hedef sunuluyor ve taraflar arasındaki yarılma teşvik ediliyor. Konunun kendisi ise tamamen tali hale getiriliyor.
Örneğin münferit saldırı vakaları tarif edilirken “köpektapar” gibi ifadeler kullanılıyor. Bu yolla varılan yer de köpek saldırılarına çare çözüm bulmaktansa, sokak hayvanlarını yaşatma iradesi gösteren kesimlerin şeytanlaştırılması oluyor.
Bu toplumsal ayrışmanın her konuda kendini göstermesinin en güncel örneğidir denebilir.
Meselenin aslına bakıldığında ise aslında Anadolu kültürü her türlü canlı ile birlikte yaşamı herkesten iyi bilen bir sosyolojik gerçeği içerir. Öyle ki batı medeniyetinin Anadolu’ya imrendiği bir şey varsa o da, insan-hayvan ilişkisinin ve hatta hayvanlar lehine yasaların da düzenlenmiş olmasıdır.
Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. Maddesi açık; “Sahipsiz ya da güçten düşmüş hayvanların, 3285 sayılı Hayvan Sağlığı Zabıtası Kanununda öngörülen durumlar dışında öldürülmeleri yasaktır.”
Madde 4/k da şöyle diyor: “Kontrolsüz üremeyi önlemek amacıyla, toplu yaşanan yerlerde beslenen ve barındırılan kedi ve köpeklerin sahiplerince kısırlaştırılması esastır.”
Yani aslında elimizde bir sorun varsa, bunun çözümü de çoktan hazır. Bu çözüm yerine “toptan imha” ve hayvan hakları savunucularının ve savunuculuğunun şeytanlaştırılması tercih ve teşvik ediliyorsa, bize düşen konuyu kendi odağına ele almaktır.
O yüzden diyorum ki, mesele hayvanlar ile ilgili bir akut sorun değil, bunun toplumsal gidişatımız bakımından kullanışlı hale gelmiş olmalarıdır.
Birlikte yaşam imkanlarımızın ortadan iyiden iyiye kalmış olmasının bir diğer görünümüdür bu. Biz birlikte yaşam diyorsak, bu sadece insan merkezli bir tahayyül değil. Bütün bir biyota olarak birlikte yaşayacağız. Besin zincirinin en üstündeki insan, bir yok edici olmamalı. Kamu erkinin görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği durumlarda yaşanan bu saldırıların faturası da bütün serbest hayvanlara kesilmemeli.
Çok kararlı bir tarif ile, kavramları bile kullanırken yeniden düşünmemiz gerekiyor.
“Sahipsiz” sokak hayvanları, hayvanları mülkiyetle tasnif ediyor.
Hayvan “terörü”, yine hayvanları güvenlikçi bir kavram seti ile değerlendiriyor.
“Köpektapar” ithamları da, hak savunucuları kriminalize ediyor.
Bize düşen şudur; biz kamuyu “görevli” olarak yeniden hatırlayacağız ve ona görevlerini hatırlatacağız. Görevlerini yapmayan kurumların hesabını şiddet çağrıları ile savunmasız canlara yöneltmeyeceğiz.
Çünkü bu çağrılar ile hayata geçecek katliam bir emsal teşkil edecektir ve sonrasında bu kitle mobilizasyonun yeni hedefinin ne olacağını tahmin etmek bizim tecrübelerimize sahip bir ülke gibi bir yerde o kadar da zor olmasa gerek.
Ben ölümün, öldürmenin değil, yaşamın, yaşatmanın safında olacağım.