‘Yaratılanı yaratandan ötürü sevme’ anlayışı toplumuzda her zaman hakim olmuştur. Bunun gereği olarak da uzak geçmişimizden bu yana birlikte yaşadığımız evcil hayvanların bir yaşam hakkı olduğu ve onların en uygun şartlarda, refah içinde yaşatılması ve buna uyulması gereği toplumumuzda her zaman kabul görmüştür. Günümüzde Sokak Hayvanları ile ilgili sorunların yakıcı hale gelmesiyle bu konuda çok farklı düşünceler hızla yayılmaya başladı, toplum bu konuda adeta kutuplara ayrıldı.(Her ne kadar son yıllarda bazı kesimlerin Hayvan Hukuku kavramını toplumun kabul etmesi doğrultusunda çabaları pek anlamlı olmasa da.)
Toplumumuzun geçmişte dahi evcil hayvanlara karşı duyarlılığı son yıllarda açıklanan belgelerle iyice ortaya çıkmıştır.
Türk- Altay kültüründen günümüze değin gelen ‘At, Avrat, Silah’ Atasözü, birlikte yaşadığımız evcil hayvana verilen değerin de bir göstergesidir.
Küçük ve basit birkaç örnek geçmişte bu konuda yapılanları göstermek açısından oldukça önemli.
11 Mart 1897 tarihli belgede ‘Güvercinlere yem atmak’ için özel bir görevlinin istihdam edilmesi Osmanlı döneminde hayvanlara verilen değerin küçük bir kanıtıdır.
1905 yılının bir belgesinde ise hayvanlara zarar vermek ile ilgili ilginç bir olay karşımıza çıkıyor. Üsküp Çarşısında gezmekte olan iki köpek yavrusunu araba ile dikkatsiz şekilde ezip ölümlerine neden olan kişi, üç kişilik komisyon tarafından idari para cezasına çarptırılıyor.
Bu basit olaylar dahi ülkemizde geçmişten bu yana hayvanlara olan sevgimizin onların haklarına olan saygımızın bir kanıtı olmasına rağmen son yıllarda gerçekleşen acı olaylar bu konuda toplumu adeta ikiye bölmüştür.
Onlarca insanımızın yaşamını yitirdiği, birçoğunun günlerce hastanelerde yatmak zorunda kaldığı, engelli, yaşlı çocuk birçok vatandaşımızın saldırıya uğradığı sakatlık ve yaralanmaların gerçekleştiği dolayısıyla bu olayların sonucu olarak maddi ve psikolojik travmalara uğrayan kişilerin var olduğu ülkemizde sokak hayvanları sorunu adeta bir terör sorunu haline gelmiş ya da en azından toplumun bir kesimince böyle görüldüğü bir gerçekliktir.
Bu durumun oluşmasında denetlemede yetersiz kalan hükümetlerin ve bu görevi ifa etmek zorunda olan belediyelerin büyük sorumlulukları vardır.
Tabii ki sadece yetkililere topu atarak bu sorunu çözmekte kendi payımıza düşen sorumluluklardan kaçmak kolaycılıktır. Toplum olarak meselelerimizi konuşarak halledemeyişimiz, sağlıklı bir iletişim dili kuramayışımız da bu sorunun çözümsüzlüğe itilmesinin nedenleri arasında sayılabilir.
Yaşanılan olayların ulaştığı boyutu görmek için bakanlık verilerine kısaca bir göz atmakta yarar vardır. Bakanlığa göre günde beş yüzü aşkın kuduz vakası, yüzlerce saldırı ve hastanelik olay.
Diğer yanda ise yüzde sekseni ithalata dayalı köpek yemi üzerinden rant elde edenlerin milyonlarca dolarlık kazançları. Bir yanda sayıları hızla artan başıboş köpekler diğer yanda kısırlaştırma ve barınakla ilgili istemlerin çok yüksek maliyetleri. ( Kaldı ki milyonlarca köpeği kısırlaştırmak için gerekli olan kadro ve teknik ekipmanı bir araya getirmek de o kadar büyük bir sorun).
Yazının başında belirttiğim gibi sokak hayvanlarının korunması ve rahat yaşaması ile ilgili çalışmalar çok eskilere dayanmaktadır. Yıllar sonra, geçmişte yapılanların yetersiz kalması nedeni ile yeni yasa için çalışmalar yapılmış ama bir türlü sonuca ulaştırılamamış. Son olarak 2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kabul edilmiştir. Bu kanunun kabul edilmesinden iki yıl sonra ise yani 2006 yılında Hayvanların Korunmasına Dair Uygulama Yönetmeliği çıkarılmıştır. Bu kanun ve yönetmeliklerle sahipsiz hayvanlarla ilgili sorumluluk her ne kadar belediyelere verilmişse de geldiğimiz bu noktada görülüyor ki ne belediyelerimiz ne de denetleyici kurumlar sokak hayvanları konusunda yeterli özen gösterememiş, görevlerini yerine getirememiş ve toplumun terörize olmasına dek giden bir yol ayrımına gelinmiştir.
Sokak hayvanları sorunun gittikçe büyümesi bu doğrultuda yeni bir yasa gereğini doğurmuş hükümet de bu konuda adımını atmış.
Ama daha ortada kabul görmüş bir taslak dahi yokken vay sen misin köpekleri uyutan, katleden diye saldırıya geçilmiştir.
Yeni bir yasaya gereksinimin nedenlerini sayacak olursak.
Başıboş köpek sayısının çok hızlı yükselmesi, Mevcut yasa ve genelgelerin sorun çözümünde yetersiz kalması, Tedbir için uğraşan kurumlara karşı dezenformasyon çalışmaları, Kontrol edilemeyen bağış kampanyaları, Saldırıya uğrayanların yaşadığı psikolojik travmalar, Artan kuduz vakaları diye sıralanabilir.
Bu konuda sadece geçmişte yapılan eksikleri ileri sürerek: “Yıllardır görevlerini yerine getirmeyen kurumlardan hesap sormak yerine; görev ihmallerinin bedelinin hayvanlara ödetilmesini kabul etmiyoruz” diyerek işin içinden sıyrılıp toplumun bir kesiminin sempatisini kazanmak için hesap sormak kadar akılcı çözümler de üretmek gerekir.
Sayın Ömer Çelik’in açıklamasına göre bu sadece bir taslak: “Toplumda zıt talepler var. Henüz üzerinde çalışılıyor. Önümüzdeki hafta Meclis’e gelmesi planlanıyor. Çalışma henüz tamamlanmadı”. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Hazırlıkları devam eden kanun teklifiyle köpek bakımevi olmayan yerlerde, hemen bakımevleri kurulacak. Sahipsiz hayvanlar bu bakımevlerinde tutulacak. Sahiplenilmeleri için kampanyalar yapılacak.”
Demek ki konu ile ilgili her kesimin görüşlerini yetkili makamlara iletmesi ve o doğrultuda çalışmalar yürütmesi önemli. Çünkü TBMM de toplumun hemen her kesimini en azından ezici çoğunluğu temsil eden görüşler var.
YORUMLAR