Ülkemizde ve dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı, gündemin sürekli ve hızla değiştiği, yanı başımızda insanlık tarihinin en kanlı soykırımının gerçekleştiği bir dönemden geçiyoruz.
Geldiğimiz noktada; ABD ve AB’nin demokrasi ve insan hakları söylemleri çürümüş ve adeta batının iki yüzlü tavrı iyice görünür hale gelmiştir.
Zira, Gazze’de insanlık tarihinin en kanlı soykırımını gerçekleştiren İsrail’i destekleyen ABD ve AB ülkeleri, bu suçun ortakları olmaktan çekinmemiştir.
Dün yapılan seçimlerde ABD başkanı olarak seçilen Trump’ın, yarışı kaybeden Harris’ten bir farkı yoktur. Tarihi boyunca başkanı kim olursa olsun ABD’nin emperyalist kimliği değişmemiştir.
Emperyalist ABD’nin bir zamanlar başkanı olan Bush şöyle diyordu; “Her ulus, her bölge, şimdi karar verme zamanıdır. Ya bizimlesiniz ya da teröristlerin yanındasınız.”
İşte ABD tam olarak budur. Dolayısıyla ABD’yi dost ve müttefik olarak kabul etmek, aynı zamanda İsrail’i dost ve müttefik olarak kabul etmek manasına gelir.
Her şeyden önce; “Dostum Trump” demenin, Filistin’e düşmanım demekle aynı mahiyette olduğunu bilmek ve idrak etmek gerekir.
Siyonist düzen için; “demokrasi ve insan hakları” kavramları gerekirse hiç tereddüt edilmeden çöpe atılabilir. Yöneticiler Siyonist düzene hizmet ettikleri sürece yönetimde kalabilirler. ABD seçimleri Siyonizm’in kadro değişiminden başka bir mana ifade etmiyor.
Gerçek hak ve hürriyetler için mutlaka adil düzen kurulmalıdır. Dünya “adil düzene” her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duymaktadır.
Bizler çalışacağız, gayret edeceğiz ve inanıyoruz ki Hak gelince batıl zail olacak!
Değerli Arkadaşlar;
Dün Plan ve Bütçe Komisyonunda, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın 2025 yılı bütçe görüşmelerini gerçekleştirdik.
Bütçe genel kurula gelmeden önce ikazlarımızı siz değerli basın mensuplarımız ve milletimizle paylaşmayı bir görev olarak addediyorum.
Globalleşen dünyada, hızlı tüketimin esas alınması ve kâr amacı güden anlayışıyla birlikte, sağlıklı gıdanın ikinci plana atıldığını birçok örnekle anlatabiliriz.
İnsan sağlığını tehdit eden GDO’lu ürünler ve fabrikasyon üretimlerle mücadele etmek; bütün insanlık adına üstleneceğimiz en önemli sorumluluklardan birisidir.
İşte tam da bu noktada; Tarım ve Hayvancılığı güçlendirerek sağlıklı gıda üretimini sağlamak, insanlık adına yapılacak en hayati görevlerden biridir. Gıda, insanın ruh haline kadar sirayet eder. Bir insanın nasıl davrandığı, ne yiyip ne içtiğiyle doğrudan ilintili bir meseledir.
Bugün, Tarım ve Hayvancılığı bitirmek, organik ürünler yerine fabrikasyon ürünleri piyasaya sürerek dünyada bir gıda tekeli oluşturmak için çeşitli faaliyetler yürütülüyor.
Yürütülen bu faaliyetler, uluslararası şirketler vasıtasıyla ülkelere dayatılıyor. Baskı ve dayatmalar sonucunda düzenlenen kanun ve yönetmeliklerle çeşitli kararlar aldırılıyor.
Şimdilerde karbon salınımını azaltmak için büyükbaş hayvan sayısının azaltılıp küçükbaş hayvancılığa geçileceğinden bahsediyorlar.
Karbon salınımı bahanesiyle bugün büyükbaş hayvancılığı bitirmeye çalışanlar, yarın başka bir bahane ile küçükbaşı da bitirir ve insanımıza ürettiği yapay eti yedirmeye başlar!
Karbon salınımını azaltmaya evvela dünyayı kirleten devletlerin dev santrallerinden başlamak gerekir.
Buradan bütün yetkililere uyarılarımızı yapıyoruz. Sakın ola bu oyuna gelmeyin, dayatmalara boyun eğmeyin!
Bütün bu faaliyetlerin amacı; yerli üretimi bitirmek, insan sağlığını bozmak, devleti zayıflatarak kontrol altına almaktır. Tatbik edilen tarım ve hayvancılık politikalarına baktığımızda, ülkemizin bu faaliyetlere karşı ne yazık ki savunmasız olduğunu üzülerek görüyoruz.
Millî Görüş Hareketi’nin mensupları olarak bizler; her defasında “Tarım ve Hayvancılığın bir milli güvenlik meselesi” olduğunu ifade ettik ve ediyoruz. Bunu vurgulamamızın temel sebebi biraz önce ifade ettiğim hususlardır.
Çiftçi Kayıt Sisteminde yer alan çiftçilerimizin yaş ortalaması 57 olmuş. Mevcut durumda bir getirisi yok ki, Tarım ve hayvancılık bir sonraki nesle aktarılmıyor. Kalan üreticilerimiz de çaresizlikten zararı göze alarak, bu ülkeye ve millete karşı sorumluluk bilinciyle üretime devam edenlerdir.
Tatbik edilen tarım ve hayvancılık politikası; üreticiyi küstürmüş, üretimi bitip tükenme noktasına getirmiş vaziyettedir.
Buğdayın kilo fiyatı 9 lira 25 kuruş olacak diyorlar, yani geçen seneye oranla %12 artacak diyorlar, oysa üretim maliyetleri %100’den fazla artmıştır.
Buna tepki gösteren çiftçiye, “e sen bilirsin ben de ithal ederim” diyor ve buğday ithalatında gümrük vergisini sıfırlıyorlar. Sonra ne oluyor; çiftçi üretmekten vazgeçiyor, ithalatla ihtiyaç sağlanacak, sonra döviz kuru biraz yükseldi mi un ve buğday fiyatları fırlayacak. Bunun sonucunda da; tarım ülkesi olduğumuz halde, gıda enflasyonunun en yüksek olduğu ülkelerin başında geliyoruz.
Ne yazık ki hayvancılıkta da durum farklı değildir.
Ulusal süt konseyi süt fiyatı belirliyor, fakat artan girdi maliyetleri hiç hesaba katılmıyor. Bu defa süt inekleri kesime gidiyor, hayvan varlığı azalıyor. Brezilya’dan, Uruguay’dan, Arjantin’den et ve canlı hayvan ithal ediliyor.
Yine dövizdeki en ufak bir artış, et fiyatlarını yukarı doğru fırlatıyor. Bunun sonucunda; Hayvancılık ülkesi olmamıza rağmen dünyada et fiyatlarının en yüksek olduğu ülkelerin başında geliyoruz.
İktidar, ülke sathında üretimi artırmakla yükümlüyken, üreticiyi “ithalat sopasıyla” adeta terbiye etmeye çalışıyor. Üreticiye sopa göstermeye kimsenin hakkı yok, İktidarın vazifesi; çiftçiyi korumak ve dolayısıyla üretimi koruyup geliştirmektir.
Değerli Basın mensupları, Sevgili Arkadaşlar
Çiftçilerimiz borçlu, artık bıçak kemiğine dayanmış vaziyettedir. Çiftçilerimiz, ceplerinde taşıdığı limiti dolmuş kredi kartlarıyla üretim yapmaya çalışıyor.
Kamu bankalarına borcu 600 milyar lirayı, özel bankalara olan borçları da 160 milyar lirayı geçmiş vaziyettedir.
Çiftçilerimizin emeğini ve alın terini sömüren büyük bir borç ve faiz mikrobundan bahsediyoruz. Üzülerek ifade ediyorum ki; mevcut duruma bir çare bulunmazsa, çiftçimiz zarar etmeye devam ederken üretim bitecek, faiz lobileri ise kazanmaya devam edecektir.
Çiftçilerimiz sadece bankalara değil, aynı zamanda kimyasal ilaçlara ve kısır tohumlara da mahkûm haldedir.
Çiftçiye verilen faizli krediler “destek” olarak açıklanıyor. Sanki lütufta bulunuyormuş gibi bir de bunları anlatıyorlar.
İnanın ki biz hükümetimizi faiz lobilerinin safında görmek istemiyoruz. Hükümeti faiz lobilerinin safında değil, üreticinin yanında görmek isteriz.
İktidar araziden kopuk halde, çiftçinin feryadına kulak tıkamış vaziyettedir. Bu yaz çoğu üreticinin mahsulü tarlada kaldı. Sebebi plansız üretim, bir üretim planı yok. Son tarım sayımı 2001 yılında yapılmış, üzerinden tam 23 yıl geçmiştir.
Bu süre zarfında; tarımsal işletme sayısı ve niteliği, çiftçi sayısı, arazi varlığı, su varlığı, hane halkı kompozisyonu, kimyasal ilaç ve zirai gübre kullanımı gibi temel tarım unsurları tamamıyla değişmiştir.
Yeni bir tarım sayımının ivedilikle yapılması gerekmektedir. Bu plansızlık ve savrukluğa son verilmelidir.
Bu işler hamasi nutuklarla olmuyor! Bir yandan her karış toprağı ekin derken, diğer yandan Çukurova Sulama Birliği çiftçilere “ekmeyin, su yok” diyen resmi yazı gönderiyor.
Plansızlık ve beceriksizlik; çiftçide bezginliğe, mutfakta ise pahalılığa sebep olmaktadır. Sebze fiyatları kilogram başına 100 liraya ulaştı ve hatta geçti. Korkarız ki kışın ortasında bu fiyatlar daha da artacaktır.
Gelelim bütçe rakamlarına… bütçeden Tarım ve Orman Bakanlığının tamamına ayrılan miktar 438 milyar TL.
Bu miktarın içerisinde; Personel giderleri var, cari transferler var, destekler var, borçlar var kısacası hepsi var.
Aynı iktidarın çıkardığı Tarım Kanununun 21. Maddesine göre, çiftçilere sadece destek olarak belirlenmesi gereken miktar 615 milyar TL’den fazladır. Fakat destek 135 milyar TL olarak belirlenmiş. Hiçbir yılda çiftçilerimize ödenmesi gereken destek miktarıödenmemiştir.
Her yıl Gayri Safi Milli Hasılanın en az %1’ini çiftçilerimize destek olarak vermek kanunen zorunlu hale getirilmişti. Ancak kendi çıkardıkları kanuna dahi uymuyorlar.
Faiz harcaması için 1 Trilyon 950 milyar TL ayrılmış, Bütçe açığının ise 1 Trilyon 935 milyar TL olacağı tahmin edilmiştir.
Faiz lobilerinin safındasınız deyince kızıyorlar, fakat rakamlar gerçeği ortaya koyuyor. Faize 2 trilyon, çiftçiye 135 milyar. Bu gerçeklere bakıp da iktidarın çiftçinin yanında olduğunu söylemek mümkün olmuyor maalesef.
Değerli arkadaşlar;
Tarım ve Orman Bakanlığımız; gerekli denetimleri yaparak, gıda ürünlerinin tüketiciye güvenli bir şekilde ulaşmasını temin etmekle mükelleftir.
Bakanlık tarafından yılda en az üç defa yayınlanması gereken taklit ve tağşiş gıda listesini 32 ay gibi uzun bir süre sonra açıklandı.
Yayınlanan listede yer alan ürünler ve firmalara bakıldığında, vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun ne yazık ki hileli ürün tüketmek zorunda bırakıldığı anlaşılmaktadır.
Açıklanan ürünler listesi tam bir facia.. Bal yerine şeker, zeytinyağı yerine diğer tohum yağları, kıymada tek tırnaklı ve domuz eti, baharatlarda boya… ve daha neler neler. Evet, burada ciddi bir ahlaksızlık olduğu kesin, ancak iktidarın vazifesi gerekli denetim ve yaptırımlarla bunları engellemektir.
Domuz, kasaplık hayvan statüsündedir. Domuz ürünleri birçok gıdaya karışmakta ve insanlarımız farkında olmadan bu gıdaları tüketmektedir. Domuzkasaplık hayvan statüsünden çıkartılmalıdır.!
Okul kantininde satılan gıdalarla ilgili Tarım ve orman bakanlığı, sağlık bakanlığı ve eğitim bakanlığı ile 2019’da ortak bir protokol yapmıştır.
Buna göre kantinlerde satılan gıdalarda “okul gıdası” logosu olacak ve bu gıdalar için kriterler belirlenecekti. Ancak tebliğ resmî gazetede yayınlanmasına rağmen, bu uygulama ertelendikçe ertelendi ta ki en son 2026 yılına ertelendi fakat o yılda da uygulanıp uygulanmayacağı belli değil.
Yani mevcut durumda çocuklarımız kantinlerde satılan zararlı gıdalara karşı savunmasız durumdadır. Bakanlık acaba bu uygulamayı neden erteliyor? Madem uygulamayacaktınız neden protokol yaptınız?
Değerli Arkadaşlar;
Ormanlarımız yanıyor, imara kurban ediliyor, maden şirketlerine peşkeş çekiliyor. Kısacası ormanlarımızı kaybediyoruz, ormanlarımız korunamıyor.
Daha önce defalarca soru önergeleri verdik, daha yaz olmadan orman yangınları için önlem alın dedik, yapılanlar yetersiz kaldı ki; yangınlarda yine binlerce hektar ormanımızı kaybettik.
Grafiklere ve rakamlara bakınca ormanlık alanlarımızda artış olduğunu görüyoruz. Çünkü bir alanı çevreleyip çam tohumu ekince orayı ormanlık alan sayıp grafiklere yazıyorlar ve hayvancılığa da kapatıyorlar. Böylece ormanlık alanlarımız sadece kâğıt üstünde artarken hayvancılık zarar görüyor.
Diğer yandan sayın cumhurbaşkanının kararıyla bir gece ansızın binlerce hektar ormanlık alanın “orman” statüsü değiştiriliyor ve imar faaliyetlerine açık hale getiriliyor.
Sadece bu yıl içerisinde cumhurbaşkanı kararıyla 1446 hektar ormanlık arazi, ormanlık alan dışına çıkartılmıştır.
Bir yanda orman varlığımız azalırken, diğer yandan maalesef hayvancılığa darbe vuruluyor.
Yeni dikilen tohumların ormana dönüşmesi için uzun bir süre ve emek gerekir. Nitekim çoğu ormana dönüşmeden kurumaktadır.
Asıl yapılması gereken öncelikle mevcut ormanlarımızı korumaktır.
Değerli Arkadaşlar;
Biz, Saadet Partisi olarak; ülkemiz sathında üretimin artırılması, vatandaşlarımıza sağlıklı gıdanın temin edilmesi, üretilen ürünlerin ihraç edilerek milletimiz adına zenginliğe dönüştürülmesi için elimizi taşın altına koymaya hazırız.
Tarım ve Hayvancılık, en önemli meselelerimizin başında gelmektedir.
Bu alanda; Ziraat Mühendislerimiz, Gıda Mühendislerimiz ve Veteriner Hekimlerimizin aktif katılımıyla liyakatli kadrolarla üretimi gerçekleştirebilir, etkin üretim yöntemleriyle gıda enflasyonunu sıfırlayabiliriz.
“Tarım Danışmanı” pozisyonunun yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç var. Üretimi bilmeyen, çiftçi ile iletişim kurmayan birisi, tarım danışmanı olamaz. “Tarım Danışmanları” mutlaka liyakatli kişilerden oluşmalı, çalışma ve özlük haklarına sahip olmalıdırlar.
Bu noktada; ziraat mühendislerimizin üretim sürecine etkin katılabilmeleri için kamuda istihdamları mutlaka arttırılmalıdır.
Denetim aşamalarında Gıda Mühendislerimiz aktif yer almalıdır. Denetimlerin sağlıklı yapılabilmesi için özel sektörde Gıda Mühendisleri üzerindeki baskının kaldırılması, denetim faaliyetlerinin tamamen kamulaştırılması gerekmektedir.
Bu bakımdan Tarım ve Orman Bakanlığının Gıda Mühendisi istihdamı oranı oldukça yetersizdir ve Gıda Mühendislerinin istihdamına ihtiyaç vardır.
Veteriner hekimlerimiz hayvancılık yapan bütün besicilerimizle sürekli kontak halinde olmalı, her besicimiz veterinerlerimizden mutlaka danışmanlık hizmeti alabilmelidir. Bu doğrultuda kamuda çalışan veteriner hekimlerimizin sayısı mutlaka arttırılmalıdır.
Sözlerimi sonlandırırken dikkatimi çeken bir hususu ifade etmek istiyorum;
Son dörtayda Filistin’e demir-çelik ihracatında olduğu gibi, Tarım ve Hayvancılık ürünü ihracatında da rekor artışlar var. Türkiye İhracatçılar Meclisinin resmi verilerinde bu rakamlar yer alıyor.
İsrail’le ticareti önce inkâr ettiler, sonra durdurduk dediler, şimdi de “Filistin” adı altına gizleyerek sürdürdükleri ortaya çıktı.
Son dört ayda geçen yıla kıyasla; Filistin’e deri ve mamulleri ihracatı 6 bin dolardan 4 milyon dolara, kuru meyve ve mamulleri 123 bin dolardan 6 milyon dolara, meyve sebze mamulleri 583 bin dolardan 21 milyon dolara, Su ürünleri ve hayvansal mamuller 172 bin dolardan 10 milyon dolara, zeytin ve zeytinyağı ihracatı ise sıfırdan 2 milyon 610 bin dolara yükselmiş.
Sadece bir yıl içerisinde böyle bir ihracat artışının ticaret tarihinde ikinci bir örneği yoktur. Bu malların “Filistin” adı altında İsrail’e satıldığı ortada. Bizim ürünlerimizi alacak Pazar yok mu? Biz sadece İsrail’e mi ürün satabiliyoruz? İktidarın vazifesi aynı zamanda üreticimize Pazar oluşturmak değil midir?
İsrail’le ticareti sürdüren bu iktidara bir kez daha hatırlatmak mecburiyetindeyiz;
Gazze’de sadece bir yılda 50 binden fazla masumu katleden bir caniyi beslemek, vicdan, merhamet ve insanlığa yapılmış büyük bir ihanettir!
Bu düşüncelerle sözlerimi tamamlıyor, basın toplantımızın hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum. Sizlere ve ekranları başında bizleri takip eden aziz milletimize şükranlarımı sunuyorum. Allah’a emanet olunuz.