Ana Sayfa Arama Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Ebru Çanak
Ebru Çanak

ÇEYREK YÜZYILLIK SİYASİ YOLCULUĞUMUZ

Bugünkü yazımın en başında doğal olarak medyada yaşandığı iddia edilen bozulmalar, ahlaki ve yapısal dejenerasyon olması gerekirdi. Fakat, geçen haftaki YouTube yayınımızda bu konuya az da olsa değinmiş olmamız, günümüzün Türk iç politikası ve yakın coğrafyada yaşanan ve yaşanması muhtemel gelişmeler konusuna mutlaka değinmemiz gerektiğini işaret ediyor.
Tabi bildiğiniz gibi; “hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür”. Yâni; unutmak insana mahsus bir özelliktir ve Türk milletinin temiz kalbi, iyiliklerle dolu yüreği ve maalesef çok hızlı gelişen gündem, henüz 20-25 yıl önce ülkemizde yaşadıklarımızı ve AkParti iktidarına bizi taşıyan gelişmeleri unutmamıza sebep oluyor Hatırlatmaya ne gerek vardı, günümüzün sorunları yetmiyor muydu da bizi taaa 20-25 yıl önceye götürdün. Hepimiz bunları biliyoruz zaten. Biliyorsunuz ama gündemin yoğunluğu ve ülkemizin dertleri ile şahsi sorunlarımız, bu bildiğimizi düşündüklerimizi arkada bırakmamıza sebep oluyor maalesef.
Belki de pek çoğunuz diyecek ki, ne gerek vardı 23 yıl önce yaşanan olayları şimdi bizim gözümüze sokmaya.
Hatırlatmakta fayda görüyorum.
Ben sizi şimdi 1999 yılına götürmek istiyorum. 28 Mayıs 1999 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 57. Hükümeti kuruldu. Bu hükümetin başında Başbakan Bülent Ecevit vardı. Bu Koalisyon hükümetinin paydaşları olan DSP, MHP ve Anap, kendi aralarında anlaşmışlar ve her paydaş partinin genel başkanı 2 yıl süreyle başbakan kalacak, 2 yıl bitince diğer partinin genel başkanı ve sonra da 3. Partinin genel başkanları 2’şer yıl başbakanlık yapacaktı.
Fakat, Bülent Ecevit’in başbakanlık yaptığı 57. hükûmet döneminde anayasa kitapçığı krizi sonucu 2000 Türkiye Finansal Krizi ve 2001 Türkiye ekonomik krizi (veya “Kara Çarşamba”) olarak adlandırılan Cumhuriyet tarihinin en büyük krizlerinin çıkması 57. hükûmetin sonunu hazırlamıştı. 2002’de Başbakan Bülent Ecevit’in sağlık durumunun kötüleşmesi ile ilgili tartışmalar başladı. Bu tartışmalar üzerine Başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli, 8 Temmuz 2002’de aldığı kararla 3 Kasım 2002’de seçim yapılmasını istedi.

8 Temmuz 2002’de, Ecevit’in sağ kolu olarak nitelendirilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan, ki o tarihte de Halk Bankası’nın siyasi tartışmaların odağına sürüklenmesine sebep olan 50 Milyon Liralık kredi çektiği bilgisi ile gündemdeydi bu siyasetçimiz, Muş milletvekili Zeki Eker, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, DSP’li Bakanlar ve milletvekilleri istifa etti. 22 Temmuz 2002’de DSP’nin milletvekili sayısı 128’den 64 düştü ve TBMM’de milletvekili sayısı sıralamasında 4. parti oldu. DSP’den ayrılanların çoğu Yeni Türkiye Partisi’ne geçti. Bu olay üzerine 31 Temmuz 2002’de, 3 Kasım’da genel seçimin yapılması için TBMM’de yapılan oylama sonucunda 514 milletvekilinin 449’u kabul ve 62’si ret oyu verdi. Oylamalarda 62 ret oyu verenler DSP milletvekillerinden oluşuyordu.

3 Kasım 2002’de yapılan seçimlerde iktidarda bulunan MHP %8,35, ANAP %5,12 ve DSP %1,22 oy alarak tamamen TBMM’nin dışında kaldılar. 18 Kasım 2002’de Abdullah Gül’ün 58. hükûmeti kurmasıyla 57. hükûmet sona erdi.

Tam bunları düşünürken, az önce bahsettiğim Anayasa Kitapçığı krizini hatırlayıverdim. Ben henüz çok küçüktüm ama rahmetli babam ve ailem, o zamanki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in ciddi ve sorumluluklarına bağlı, milletine sadık bir devlet adamı, iyi bir hukukçu olduğunu anlatırlardı evimizde. Ben de yaşım ilerledikçe ve okudukça bu gerçeği daha net şekilde anladım.

Mayıs ayında Cevahir AVM’deki bir kitabevinin önünden geçerken içeride bir imza günü olduğunu, eski bir bankacının yazdığı hatıratını kitaba dönüştürdüğünü öğrendim ve girdim bu kitabın yazarı olan Tevfik Altınok ile tanıştım. Meğer Tevfik Altınok tam da 1999- 2002 yılları arasında Türkiye’deki ekonomik krizlerin, bankacılık krizlerinin tam da ortasında görev almış, bankacılık sektörünün en tepesinde yer almış bir bürokratmış.

Kitabı okuyunca o yıllarda yaşanan ekonomik krizlerin, bankacılık sistemindeki çöküntünün, bizi nerelere getirdiğini, MHP ve genel başkanı Devlet Bahçeli’nin aktöritesinin bize nelere mal olduğunu daha iyi anlaşmış olacaksınız.

Meğer o yıllarda neler yaşanmış neler?

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu gibi kurumların, bankacılık sitemindeki pek çok bankaya el koyması, bu bankaların bir kısmını birleştirmesi, bir kısmını satması, bu bankaların aslında kar değil yüz milyonlarca dolar zararda olduğunu, bu zararın da TMSF bünyesinde yönetilmek ve tasfiye edilmek zorunda kalındığını okudum.

Tüm bunları okurken, bir anda aklıma geldi. Peki ekonomik veriler ne diyordu o yıllarda:

2001 ile 2020 yılının ilk 6 ayının karşılaştırmasını yaptığımızda çok sıkıntılı bir süreç yaşandığını, TEFE ve TÜFE’nin haziran 2002 ayına kadar çok yükseldiğini, fakat, DSP-MHP-Anap koalisyon hükümetinin güven vermeye başlamasından sonra bu yüksek enflasyon ve Dolarizasyon ortamının, pozitife döndüğünü, yâni, doların düşüş seyrine girdiğini, enflasyon oranlarının yrı yarıya gerilediğini görüyoruz.

Fakat bir anda 7 Temmuz 2002’de MHP genel başkanı sayın Devlet Bahçeli erken seçime gidilmesi gerektiğini ve 3 kasımda seçim olması gerektiği kararını verdi. Pat diye 57. Koalisyon hükümeti devrildi gitti.

3 Kasım 2002 tarihinde yapılan seçimlerde her şey darmadağın oldu ve bir anda o güne kadar görmediğimiz şekilde muhafazakar sağ parti olan ve henüz kurulmuş taptaze bir siyasi oluşum olarak karşımıza çıkan AkParti seçimi kazanmış ve tek başına hükümeti kurma çoğunluğuna mecliste ulaşmıştı. Sonrası malum.

Beni bu okuduğum ve incelediğim siyasi süreçte en çok şaşırtan olay ise, Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının, o tarihteki gene başkanı merhum Deniz Baykal olan CHP kabul oyları ile kaldırılmış olmasıydı.

Erdoğan’ı siyasete tekrar döndüren merhum Baykal’dı.

Şimdi aynı CHP, 23 yıldan bu yana Erdoğan ve partisi Ak-Partiyi yenmek için çabalamakta. Bence son yaşanan belediye başkanlarının tutuklanması ve CHP’li bir kısım belediyelere kayyum atanması ve lokomotif ve lider figür olan İmamoğlu’nun tutuklanarak pasifize edilmesi, Erdoğan’a her ne kadar yeni bir çıkış yolu açıyor ise de, Anayasa maalesef sayın Erdoğan’a, kimine göre 3. Kimine göre 4. Defa aday olamayacağını gösteriyor.

Dün akşam televizyon kanallarını doğal olarak her akşamki gibi izlerken, dikkatimi çekti.

Tutuklanan spikerlerimizin yoğun olarak bünyesinde bulunduğu bir tv kanalında yayınlanan bir siyaset programında moderatör sorular soruyordu konujklarına. Konuklarından biri de Dicle Üniversitesinden bir akedemisyendi. Israrkla diyordu moderatör, müstakik bir yasa yetmez toplumsal barış için, sizce de yeni bir anayasa gerekli değil mi? Akademisyen konu her defasında hayır geeekemz, kaldı ki, bu mümkün değil. CHP ve İYİ Partinin buna açık çekilde karşı çıktığını, kaldı ki yeni bir anasaya yapmanın, süreci yıllara tahvil edeceğinşi söyelemesine rağmen, baktı ki moderatör ikna edemeyecek, anladım dedi ve diğer konuğa döndü. Şunu anladım ki, bir kesim medya, DEM partinin önerdiği müstakil kanun ile yetinilmesini istemiyor. Çünkü bu durumda bir anayasa değişikliği gündemden düşecek ve sayın Erdoğan ‘ın bir defa daha ve belki de daha da uzun süreyle cumhurbaşkanı kalmasının önü açılamayacak.
Bence bu bebek katili APO’ya hürriyet kapısını aralamayı amaçlayarak DEM partinin ısrarları ile kurulan ve APO’nun ziyareti ile devam eden bu süreç daha çok su kaldıracak gibi duruyor.
Bence yeni bir Anayasa olmazsa AkParti bu sürecin amaca hizmet etmeyeceğini ön görmüş ki, DEM Partinin PKK’lıların rehabilitasyonu ve entegrasyonu yasanın müstakil şekilde çıkarılması formülünü kabul etmez.
Hepinizin bildiği gibi; siyaset, fırsatları değerlendirme ve uyanık kalma bilimidir.
Sayın Erdoğan’ın, öyle DEM Partinin PKK lı teröristlerin kurtulması için formül üretmesi numarasını yutmaz. Önceki programlarımda da izah ettiğim gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan, yakın tarihteki siyasetçilerden daha zeki.
Ama görünen o ki, ABD’nin zorlaması ile İsrail’in Suriye projesini akamete uğratabilmek için, aziz Tük Milletini aydınlatmadan ve ikna etmeden yola devam edebilmek mümkün olamayacaktır.
Muhtemeldir ki, kenarda sessizce bekleyen Dervişoğlu ve ekibi de yakın bir zamanda topa girecek ve o da kendi taleplerini masaya koyarak hadi bakalım diyecektir. Aksi halde ne anayasa değişikliği olur, ne de çözüm süreci tamamlanabilir. İYİ Partinin bu sürece katkı koyması için de çok daha ağır şartların masaya gelmesi gündeme gelecektir. Komisyona tenmsilci vermeyen İYİ Parti doğaldır ki rapor da sunmadı. Anlaşılan o ki, hiç bir konunda itiraz etmeyen, ama hiçbir şartı da kanul etmeyen İYŞİ Parti ve Dervişoğlu, çok değerli bir kazanım peşinde pusuda yatmakta. Bakalım kurt siyasetçi Erdoğan bu çok kaleli sahada hangi bir kaleye gol atmayı başaracaktır. Allah kolaylık versin.

Ebru  ÇANAK & 29.12.2025

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER